Resim dersinden oldum olası nefret ederim. Bunun sebebi arkadaşlarım kadar iyi yapamıyor olmam ya da istediğim gibi resim yapamıyor olmam olsa gerek. Beni resim konusunda serbest bıraktıkları zaman oldukça mutlu oluyorum ama istediğim resmi yapamıyorum. Daha normal, daha gerçekçi bir resim yapmak zorunda kalıyorum. Resmime duygularım, isteklerim, değil etrafımda ki insanların düşünceleri yön veriyor. Tabii ki bu hep böyle olmadı. 7. Sınıftan sonra resim dersinden daha da soğudum zaten. Oysaki 6. Sınıfta ne çok severdim resim dersini. Çünkü o zaman istediğim gibi resim yapabiliyordum. Resim dersine giren öğretmenim, oldukça açık düşünceliydi. Benim çizdiğim resim ne olursa olsun “saçma” demiyordu. Belki de o yüzden en çok sevdiğim öğretmenim hala o… size 7. Sınıfta başıma gelen olayı anlatmayı düşünüyorum. Biliyorum ki bunu okuduktan sonra bir çoğunuz bana gülecek ve bana “ sen çocuk musun?” diyecek… Sözlü olmasa bile içinden böyle geçirecek. Ama umurumda olduğu söylenemez…
7. sınıfta resim dersindeyken öğretmenimiz bize konu olarak serbest bırakmıştı. Ben ilk önce aklımda çizeceğim resmi canlandırdım. Bir manzara resmi yapacaktım. Resim yeteneğim o kadar iyi olmasada düşündüğüm resme yakın bir şey çizdim. Bir şelale çizmeye çalışmıştım. Sıra arkadaşıma gösterdiğimde oldukça iyi olduğunu söylemişti. Resmi boyamaya başlamadan önce resme bir kez daha baktım. Bir şeyler eksikti. Değişik şeyler yapmayı severdim. Aile resmi çizerken insanları değil de tavşanları kullanmak gibi. En sonunda ne eksik olduğunu bulmuştum. Şelaleye bir çift göz ve gülümseyen, dişlek bir ağız çizdim. Resme bakınca “evet işte bu!” diyordum. Ama bir şeylerde hala eksiklik vardı. Sonra güneşe, bulutlara, yeşillikte açmış olan çiçeklere renk vermeden önce onlara da bir çift göz ve ağız çizdim. Resmi boyadıktan sonra istediğim resmin bu olduğunu anlamıştım. Yine sıra arkadaşıma gösterdiğimde bana güven veren sesiyle oldukça güzel ve değişik olduğunu söylemiş ve benim hayal gücüme sahip olmayı istediğini belirtmişti. Sesinden, tavrından ne kadar samimi olduğunu anlamak mümkündü. Onun beğenmesi beni mutlu etmişti. Boş derslerde onunla oynadığımız oyunları hatırlatarak, onun da hayal gücünün oldukça çok olduğunu belirtmiştim. 7.sınıfta yaratıcılığımın doruklarına ulaştığımı ama aynı şekilde en derine düştüğümü şu anda oldukça iyi anlıyorum. Akşam eve gittiğimde Annem her zaman ki gibi bu gün okulda ne yaptığımı sorduğunda ben heyecanlı bir şekilde bu gün yaptığım resimden bahsettim. Ayrıntısına girmek yerine ona resmi gösterdim. Annem yüzünde tuhaf bir ifadesi vardı. Ben de resme ne zaman baksam benim de yüzümde tuhaf bir ifade oluyordu ama annemin ki benim yüz ifademden farklıydı. Resime bakarken gülmesi beni üzmüş olmasına rağmen ben yine bir ümitle nasıl olduğunu sordum. Soruma cevap vermek yerine babama göstermemi söyledi. Babamın yanına giderken içimde resme baktığımda oluşan o sevinç vardı. Ama babama gösterdiğimde o sevincin yerini üzüntü aldı. Babam bana “sen çocuk musun da böyle resimler yapıyorsun? Biraz büyü!” demişti. Babamın söylediği sözler benim boğazımın ağrımasına neden olurken gözlerimin dolması kaçınılmazdı. Onların gerçekçi dünyalarına ben bu hayal gücümle uymuyordum, onlar ise her şeye gerçekle bakan düşünceleri yüzünden benim dünyama uymuyorlardı. Ya ben değişecek gerçekçi olacaktım ya da onlar benim dünyama uyacaktı. Ne kadar onların benim dünyama uymasını istesem de ben onların gerçekçi, renk olmayan, sıkıcı dünyalarına uymaya başladım. Zamanla her şeyde bir çift göz gören düşüncelerim kaybolmaya başladı. Ama sıra arkadaşım hayal gücümün kaybolmasına izin vermedi. Teneffüslerde, boş derslerde oynadığımız o “saçma” oyun sayesinde devam etti. Bu oyun belki saçmaydı, belki iğrençti, belki de abartmadan başka bir şey değildi ama benim sevdiğim bir oyundu. Uranüs’te tatil, Mars taşlarından yiyecek vs… o farkında olmadan benim hayatımı kurtardı. Bense hâlâ bu minnettarlığımı nasıl ödemem gerektiğini dahi bilmiyorum. Onun sayesinde ben hâlâ, her şeyde bir çift göz görebiliyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder